Sanal gerçeklik veya gerçeklikten kaçış

Merhaba, biliyorum bu günlerde kötü haberlere alıştık. Hadi bir tane de benden olsun. Uzun süreyle bilgisayar oyunu oynamak zihinsel aktiviteyi yavaşlatıyormuş! Bir Japon araştırmacı, Profesör Akio Mori’nin yaptığı çalışmanın en çarpıcı sonucu bu değil. Aman dikkat, kaybedilen zihinsel aktivite gücü geri gelmiyormuş ! Yıllardır büyüklerimiz söylerdi de inanmazdık, “Oğlum bırak şu oyunu artık, salak olacaksın.” diye. Bak elin Japon’u araştırdı ve ispatladı, buyurun…http://mdn.mainichi.co.jp/news/20020708p2a00m0fp013001c.html  adresinden detaylara ulaşabilirsiniz.

Geçenlerde bir arkadaşımla tartışıyorduk. Kendisi şu klasik FRP oyunlarının hastası. Bu oyunların bir kısmında –programcının belirlediği çerçeveyi aş(a)madan- kendi dünyanızı yaratıyor ve bir güzel yönetiyorsunuz, savaşlar yapıyorsunuz. Adam sabahlara kadar oyun oynuyormuş. Onda bazı sendromlara rastlamadım değil, neyse detaylara girmeyeyim, yazıyı o da okuyacak ayıp olur 😉

Sanal gerçekliğin ilginç bir yanı var. Kişinin fiziksel çevre ve fizik kanunları ile sınırlı dünyasından uzaklaşıp kendi hayal dünyasına sığınması psikologların muhtemelen uzun yıllardır meşgul olduğu bir konu. Herhalde bir sürü sapkın tarikat da bazı “guruların” oluşturduğu bu sanal dünyaların etrafında hayat bulmuştur. Yani bugün elektronik oyuncaklar ile özdeşleştirdiğimiz “Sanal Gerçeklik”, aslında eski eğilimlerin başka bir kanala akıtılmasından öte bir yenilik değil gibi.

Elektronik anlamda sanal gerçeklik ortamı, fiziksel gerçekliğin verdiği hislere yaklaşabildiği oranda başarılı oluyor. Önceleri minnacık yeşil, siyahbeyaz veya kırmızı ekranlarda, iki çizgi ve kare biçiminde bir topla tenis oynayarak, “Tenis” gerçekliğini yaşamaya çalışır ve pek de başarılı olamazdık. Sonra tenis, golf, futbol ve benzeri sanal spor oyunları acayip gelişti ve neredeyse gerçeklerinin simülasyonlarına dönüştü. Büyük bir şirketin genel müdürünün odasında –ki oda sanıyorum bir basketbol sahasından iki kat filan büyüktü- gördüğüm elektronik golf simülasyonu (kare biçiminde, dört yanı kapalı sadece bir yanı açık koskoca bir oda, yerde bir top ve karşıda topa vuruluş açısına, hızına vs. göre topun gittiği yeri gösteren, gölleri, ağaçları ile sanal bir golf sahası ekranı !) dumurun ötesine taşımaya yetmişti biz ziyaretçileri.

Fiziksel gerçeklerden, sanal gerçeklere geçişte bozulan sadece beyin olmasa gerek. Ekran başında beş saat boyunca “futbol” oynayan adamlar tanıyorum. Anlamı nedir bunun? Vücudunuza ne gibi bir yararı var? HİÇ ! Ama sonuçta tüm hazzın nihayetlendiği merkez beyin. Ekranda gol atınca beyinde bir haz duygusu oluşuyor mutlaka. Ama başka? Yok…Bir de dövüş oyunları var. Veya Quake gibi veya Counterstrike gibi bir sürü düşmanı türlü türlü silahlarınızla öldürdüğünüz acayip şiddet dolu oyunlar. Bunları oyun olduğunu bilerek oynadığınızda geçici bir keyif alabilirsiniz ama öte yandan bu sanal katliam oyunlarının etkisiyle Almanya’da ve ABD’de, okullarda, kiliselerde yaşanmış gerçek dehşet haberlerini ibretle, dehşetle izlemişsinizdir?

Tüm bu yazdıklarımla gelmek istediğim noktanın sonunda şu sorunun cevabı bulmayı umuyorum; Neden? Gerçeklikten kaçma, ciddi bir psikolojik sorun olarak ele alınıp incelenen ve tedavi edilmesi gereken bir konu olduğu halde, neden sanal gerçekliği daha gerçek kılmak için her gün yeni teknikler geliştiriliyor ve neden insanların içindeki “kaçış” dürtüsü harekete geçiriliyor? Ve neden insanlar “gerçek” gerçeklik yerine sanal olanına sığınıyor. Acaba birşeylerden mi kaçıyoruz?

Etrafımıza bakalım. Yaşadığımız veya en azından vatandaşı olduğumuz ülkemizin durumuna bakalım (siyasal bir tahlile girecek değilim, anlamam, o işin ustaları var onları okuyun. Ben sadece görünenleri yazıyorum). Bir tanecik ABD doları, birmilyonyediyüzbilmemkaçbin Türk Lirasına bedel olmuş. Türk şirketlerinin, Türk sermayesinin kalesi olan İMKB borsamız yerle bir…Türk şirketleri artık para etmiyor. Türkiye’nin en sağlam bankaları haydi yallah güme gidiyor. IMF buna gülüyor, eğleniyor ve nedense pek bir seviniyor. Bir koltuk sevdası, başbakanlık inadı uğruna partiler dağılıyor, hükümet sallanıyor, acımasız ve insafsız zamlar hepimizin canını acıtıyor, milli takımın yarattığı morfin etkisi kayboldukça ‘aaa..benzin birbuçukmilyon olmuş !’ gibi şaşkın feryatlar duyulmaya başlıyor. Yani durum pek parlak değil anlayacağınız. Gerçeklerden kaçmak için çoook nedenimiz var…

Dünya genelinde de durum pek parlak değil sanıyorum. Diğer uçtan bakıldığında, tatminsizlik ölçüsüne varan aşırı toplumsal refah ve disiplinin bir arada olduğu toplumların gençleri, sıkıştırılmış ve en ince detayına kadar tasarlanarak sürprizlere, “gerçek hayata” yer bırakılmamış yaşantılarında bir cendere içerisinde hissediyorlar kendilerini muhtemelen ve belli ki kaçış yolları arıyorlar.

Belki birçok kişi için bir kaçış, sığınılacak bir liman video oyunları. Orada kral olursunuz, veya isterseniz köle olursunuz. Bir gün Schumacher ile yarışırken ertesi gün izbe bir bodrumda katliam silahlarınızı ateşliyor olabilirsiniz. Kaçış ille de sanal gerçeklik oyunları ile olmayacak tabi. Alkol, veya uyuşturucu da pekala bu işi görebiliyor. Tek fark bunların yarattığı fiziksel zararların daha kolay görülebilir ve çocuklara, hatta bazılarının büyüklere de yasak olması. Ama video oyunları, çocuklara yasak olmadığı gibi her baba hevesle bir tane almaya çalışıyor (şimdiki çocuklar video oyunlarına pileysteyşın diyorlar, bizler eskiden bunların tümüne atari derdik, devir değişti 😉

Gerçeklerden uzaklaşma yolu olarak doğa ile bütünleşmek, bir hobi sahibi olmak veya gerçek bir spor ile ilgilenmek daha mantıklı görünüyor. Çocukları bu tür aktivitelere yönlendirmek sanki daha iyi. Kişisel olarak video oyunlarının bir dereceye kadar yararlı olduğunu savunabilirim. El-göz koordinasyonunun gelişimine katkısı olduğunu biliyorum. Ancak ileri düzeyde, takıntı haline gelmiş derecesinin yaratacağı olumsuzluklardan şüphem vardı, ki doğrulandı. Dereceyi iyi ayarlamak önemli…

Bizleri sanal dünyalara itenlere dikkat edelim. Gerçekliklerin neresinde durduğumuzun farkına varalım ve başkalarının bizi oturtmaya çalıştığı gerçekliğin değil, çevremizin, hayatın birer parçası olalım, gücümüz yettiğince onu şekillendirmeye çalışalım derim. Bundan ötesi “meşaz”a girer, yeter…

İyi tatiller…

(Bu yazının aslı yayın hayatına son vermiş bulunan Bilişim Cumhuriyeti’nde yayınlanmıştır.)